Merhaba
Hayatım boyunca yazdım. Dergiler çıkardım. TV’lerde edebiyat programı yaptım.
Hep tek tabanca kaldım. Yalnızca edebiyat çevrelerinde değil, ailemde de marjinal kaldım. Tüm zamanlarda okunacak öyküler yazdım.
Benim için önemli olan yazdıklarımı sıkmadan akıcı bir şekilde okutabilmek, okuyan okurda hayranlık ve saygı uyandırabilmek oldu.
BÜYÜK YAPITLAR KÜÇÜK YAPITLAR’IN ÖNÜNE
Bu kitaptaki yazılar hiçbir maddi karşılık beklenmeden yazılmış yazılardır.
Hakkında dünyanın en değerli şeyi olan zamanı harcadığım halde, kitabı ya da kendisi hakkında yazı yazdığım kişilerin çoğunun bundan haberi yoktur.
Bu tür kitapların “çok satma” şansı da yoktur. Ama yazdım.
Çünkü o an yazılması gerektiğini düşünüyordum; o şairi ölüm yıldönümünde yazmalıydım; genç kuşaklar unutmamalıydı.
Cevdet Kudret’in öyküleri bir kitabevi rafında öyle kalmamalıydılar; Rıfat Ilgaz’ın ilk kitabının ilk baskısını eline aldığı anı herkesle paylaşmalıydım.
İlk kez bir sergide tanıştığım resimleri başkalarının da bilmesi gerekirdi; izlediğim oyunun bende bıraktığı etkinin daha çok kişiye yayılması gerekiyordu…
Bu toplumun “hayat damarları”ndan olan kültür sanat yaşamı gittikçe geriliyor, zayıflıyor ve yok oluyor kaygısı hiç bu dönemdeki kadar gerçeğe yaklaşmadı.
Ancak yazılarımı kitap haline getirirken gördüm ki çok büyük bir kültür ortamının üzerinde yaşıyoruz.
Uluslaşma sürecini yaşayan, daha uluslaşmasını tamamlamamış bir ülkenin bu yoldaki en güçlü dayanağı aydınları, yazarları, şairleridir.
Edebiyatla bir toplumu değiştirebilir misiniz? Bu tartışılır.
Ama T. S. Eliot'un ünlü Denemeler kitabında yazdığı gibi, bir toplumu çökertebilirsiniz: Edebiyatı çöken bir dilin ulusu da çöker! Buna inanıyorum.
Bir toplum için edebiyat ne anlama gelir?
Öncelikle dili dil yapar, onu ayakta tutar; bunu biliyorum.
Bizi biz yapan bu yaşamsal olguyu temizler, pasından arındırır, kaybolmuş sözcükleri ortaya çıkarır, kurumuş sözcüklere su verir, yeşertir.
Dili capcanlı yapar.
Her “yazılan” ve de her “okunan” metin edebiyat yapıtı değildir.
Herkes bir şeyler yazabilir; milyonlarca insan sayfalar dolusu yazıyor, kitap biçiminde basıyor ama kitaplarının edebiyat yapıtı sayılmamasının nedeni dili kullanmaktaki yeteneğin ölçütüdür.
"Gerçek" bir edebiyat yapıtı için dilin iyi kullanılması da tek başına yeterli değildir.
Bunun için çok daha başka özellikler aranır, ölçütler vardır; edebiyatın kendi ölçütleri:
Gözlem gücü, eşyalara, çevreye, olaylara, doğaya hakim olmak ve bunları en iyi sözcükleri bularak, onlara bin bir çeşit anlam yükleyip zenginleştirerek betimlemek.
Sözcüklerle bir resim yapmak, bir senfoni bestelemek gibi bir şey.
Yazarın tek malzemesi bir kağıt, bir kalem, bir masa, bir sandalye olarak görünür.
Oysa işte saydığım özellikler gerekir yazanda: Ama bunlar da yetmez.
Bu kez tarih bilinci, insan sevgisi, doğa sevgisi, ezilenden yana olma, tarihsel ilerlemenin yönünü sezmiş olma gibi özellikler; sağlam bir bilinç ve de kapı gibi bir yürek gerekir.
Bunlar da tamam diyelim: "Bilme"si de önemli ve gerekli değil yazarın; sezgileriyle bunları yakalaması gerekir.
Ampirik bilgiyle topluma seslenen bilim insanıyla sezgileriyle topluma seslenen sanatçı arasındaki ayırım budur.
İşte yaratma sürecine verilen önem buradan gelir.
Bizi insanlaştıran nokta burasıdır.
Üçkâğıtçı biri asla gerçek edebiyatçı, gerçek yazar olamaz bana göre. Ya da egemenlerin safında bir yazar ne kadar yetenekli olsa da kalıcı olamaz.
Çünkü su ileriye doğru akar.
İleriye doğru gidiyorum sanıp geriye doğru kürek çeken yazarlardır en çok üzüldüğüm.
Bir Dostoyevski’nin, bir Nazım Hikmet’in, bir Paul Eluard’ın, bir Jean Paul Sartre’ın, William Faulkner’in, bir Tolstoy’un, bir Balzac’ın, Stendhal’ın haksızdan yana –ama "güncel" haksız değil yalnızca, tarihsel olarak da haksızdan yana– olduğunu kimse savlayabilir mi?
Bütün bunlara kim karar verir?
Önce okurlar, ama esas olarak zaman karar verir! Onun için edebiyatta “Klasikler” vardır.
Tüm zamanların kitaplarıdır bunlar.
Edebiyatın klasikleri, insanlığın binlerce yılına bedel bir “Aydınlanma çağı” dediğimiz iki yüz yıl içinde doğdu.
İnsanlık var oldukça tüm çağlarda yaşayacak bu yazarlar, yapıtları ve onların kahramanları.
Yazma uğraşının "ölçütleri" üzerine fazla konuşmayı sevmeyen Hemingway, bir konuşmasında şunları söylemişti: "Öncelikle yetenek olmalı, çok fazla yetenek. Kipling'in sahip olduğu yetenek gibi.
Sonra disiplin olmalı. Flaubert'in disiplini.
Sonra da olabilecekler konusunda bir düşünceniz olmalı.
Ve son olarak, sahteliği önlemek için Paris'deki standart metre gibi hiç değişmeyen katı bir vicdanınız olmalı.